Turist olarak giden bir vatandaşın anlatımıyla Doğu Türkistan
Turist olarak giden bir vatandaşın anlatımıyla Doğu Türkistan
Ali Emir Ataman, 2016 yaz tatilinde Doğu Türkistan’a turist olarak gitmiş ve oradaki Uygur Türklerine yönelik yapılan kısıtlamaları, baskıları tamamen kişisel gözlemlerine dayanarak ve kendisi çektiği fotoğraflarla destekleyerek Twitter hesabında objektif bir şekilde anlatıyor.
Okurken şu anki durumun 2016’dekinden çok daha vahim olduğu; baskıların, kısıtlamaların, yargısız tutuklamaların 2 seneden buyana birkaç kat daha arttırılmış olduğu da unutulmamalıdır.
Ali Emir Ataman
Dünya ve ülkemizdeki gelişmelerin ışığında (bkz. Çin toplama kampları, havalimanında tutulan Uygur Türkleri) bir flood yazmaya karar verdim. Umarım çaldığım zamanınızın karşılığını alırsınız.
Başlamadan önce 2016 Haziran-Temmuz aylarında Doğu Türkistan’da (şu anki Çin topraklarının batısı, Çin’in yüzölçümünün 1/6’ünü oluşturan bölge) bulunduğumu ve anlatacaklarımın tamamen kişisel gözlerimden oluştuğunu ve fotoğraflarla destekleyeceğimi belirtmek isterim.
Buyurun başlayalım.2016 senesi yazında dostum @viduygulu ile beraber her zaman merak ve ilgi duyduğumuz toprakları yerinde incelemek amacıyla yola koyulduk. Kırk günlük gezimiz sırasıyla Kazakistan, Kırgızistan, Doğu Türkistan, Moğolistan ve Azerbaycan’ı kapsıyordu.
Doğu Türkistan’dan önceki Kırgızistan durağımızda Manas Üniversitesi’nin değerli öğretim üyeleri bize Doğu Türkistan’a girmemizin imkansıza yakın olduğunu, son yıllarda girebilen olmadığını hatta giremeyip geri Kırgızistan’a döndüğümüzde bizimle ilgilenebileceklerini söylediler.
Programa sadık kalarak gitmeye, giremezsek başka çözümler düşünmeye karar vererek Urumçi uçağına bindik. İndikten sonra daha ilk anlarda Çin’in baskıcı yüzünü hissettik. Görevli memur, “Neden geldiniz, amacınız ne, neden yeşil pasaportlusunuz” vb. sorularla küçük bir sorgu yaptı.
Bu aşamayı geçmemizde İngilizce bilmemizin ve öncesinde başka yerlere de gitmemizin büyük faydası oldu. Dünya’yı geziyoruz, şuralara buralara gittik bahaneleriyle Urumçi’ye giriş yaptık ve önceden Booking aracılığıyla rezervasyon yaptırdığımız otelimize gittik.
Otele vardığımızda sıkıntılar başladı. Rezervasyon yaptığımız otel Çinlilerin sahibi olduğu bir otelmiş ve Türk uyruklu birilerini otele almaları onlar için sıkıntı oluşturuyormuş. Kısaca bu bölgede oteller Çin ve Uygur oteli olmak üzere ayrılıyormuş.
Önceden rezervasyonumuz olan otelden red yedikten sonra bir Uygur oteline geçiş yaptık ve odamıza yerleştik. Bir saat sonra resepsiyondan aşağı çağırıldık ve aşağıda polisler karşıladı. Yine neden geldiniz vb. sorulardan oluşan küçük bir sorgu geçirdik ve odamıza geçtik.
Sabaha kadar saat başı resepsiyondan gelen aramalarla odada olup olmadığımız kontrol edildi. Sabah Urumçi’yi gezmek için otelden çıktığımızda da yine polisler ve ekip araçları bizi karşıladı. Tüm gün biz nereye gidersek arkamızda da Çin polisi bizi takip etti.
Urumçi’de karşılaştığımız manzara filmlere konu olacak cinstendi. Abartısız söylüyorum ki neredeyse 150-200 metrede bir polis karakolu, bakkal, ekmek fırını, berber aklınıza gelebilecek en basit yerlerin bile girişinde x-ray cihazı, tellerle çevrili ve polis korumalı camiler…
Urumçi’de denetleme daha sıkı olduğu için ve selfie çekerken dahi polisin gelip elimden telefonu kapıp tüm fotoğraflarıma bakmasının da etkisiyle Urumçi’de çok fotoğraf çekemedim. Şimdi adıyla müsemma Kaşgarlı Mahmut’un şehrine geçiyoruz.
Saltuk Buğra Han’in, Yusuf Has Hacip’in, Mahmud bin Hüseyin’in (Kaşgarlı Mahmud) şehrindeyiz. Kaşgar isim anlamıyla Hanların, Hakanların oturduğu şehir. Gezip gördüğüm 11 ülkedeki 26 şehir arasından en güzeli…
Cuma namazını kılmak için tarihi lydgâh Camii’ne gidiyoruz. Tarihi 15. yy.a dayanan 20.000 kişilik bir cami. Öğrendiğimiz kadarıyla Doğu Türkistan’da 60 yaşın altına sakal bırakmak, doppa (Uygur takkesi) takmak, camiye girmek yasak.
Fiili olarak turist sayıldığımız için camiiye girebileceğimizi düşünüyoruz ama yine polislerle karşılaşıyoruz. Yaklaşık yarım saat süren tartışmanın ardından camiiye girmemiz engelleniyor. Burada değinmem gereken farklı konular var.
Fotoğraflarda görüldüğü üzere camii avlusunda polis ekipleri devriye geziyor. Camii girişinde de polislerle, X-ray cihazlarıyla ve kimlik okuma sistemiyle karşılaşıyorsunuz. Yani yaşınız 60’dan aşağıdaysa geri döndürülüyorsunuz ve kimlik okuma sistemiyle fişleniyorsunuz.
Dahası da var. Camii çevresindeki banklarda oturan halka polis kimlik kontrolü yapıyor. Diğer bir deyişle genç yaştaysanız camii etrafında oturmanız bile engellenmek isteniyor.
Tarihi Kaşgar sokaklarında gezerken de durum farklı değil. Son derece etkileyici bir Uygur işletmesi olan ingilizce “A hundred year old Tea House” yani yüz yıllık çay evi Uygur Türkleri için bir sosyalleşme noktası. Tabi tam da karşısında bir polis karakolu var.
Eğer mazluma yardım ederken önceliğimiz savaş ise asıl savaş tam da burada. Öyle bir savaş ki Uygur Türklerinin dinlerine, ırklarına, yaşam biçimlerine, örf ve adetlerine kısacası her hücrelerine ardı arkası kesilmeyen saldırılarda bulunuluyor.
Ve bu insanların kaçacak bir yerleri yok. Daha doğrusu kaçmaları dahi yasak. Ülke dışına çıkmak dini ibadetler dahil (Hac ve Umre vazifesi) yasak. Dahası mı? Dahası şu günlük yaşamlarında dini kelimeler kullanmaları (Selamun aleyküm, inşaallah) yasak.
Dahası var. Her Uygur ailesi sözde “Kardeş aile projesi” kapsamında evine Çinli bir erkek almak zorunda. İki yılda bir milyon Uygur kızı ailelerinin elinden alınıyor ve Çin’in iç kısmındaki fabrikalarda işçi olarak çalıştırılıyor. Daha açık bir ifadeyle fahişe olmaya zorlanıyor.
Milyonlarca Uygur Türkü “Fikri Islahat” adı altında toplama kamplarında işkenceler görüyor. 90’larda 80 Uygur Türkü 20 Çinli oranında olan nüfus şimdilerde 50-50. İnanılmaz bir nüfus asimilasyonuna tabi tutuluyorlar.
Eğer şiarımız “Mazluma Yunus olmaksa” asıl mazlumlar orada duruyor. Mesele mazlum halkların sesi olmaksa ve bu amaç için 4 milyon Suriyeliye kucak açılıyorsa 11 Uygur Türkü ne amaçla havalimanında bekletiliyor?
Müslümanlık samimiyettir. Samimiyet fiillerle ortaya konur. Siyasi rant için, uluslararası politika için 4 milyon Suriyeliye kucak açarken 11 Uygur Türkünü nezdinde tüm dünyada zulüm gören Türkleri görmezden geliyorsan samimiyetten de Müslümanlıktan da bahsedemezsin.
Bizler karınca kararınca bu ateşe su taşıyacağız. Gözlerinizdeki yorgun ve anlamlı bakışlar neşeye dönene kadar durmayı zul bildik, yemin ettik.
Allah o neşeli gözleri görmeyi nasip etsin. Allah zafere giden bu yolda ayağımıza taş değdirmesin. İnancımız ve umudumuz bakidir…