ÇİN HÜKÜMETİ MİLYONLARCA VATANDAŞINA UYGUR EVLERİNİ İŞGAL EMRİ VERDİ. PEKİ, NE YAPTIKLARINI SANIYORLAR?
Darren Byler
MDM-Millî Strateji Araştırma Kurulu Sayfasından Alınmıştır.
MDM EDİTÖR NOT: Darren Byler’ın The Art of Life in Chinese Central Asia’daki Doğu Türkistan incelemelerinden ilkini MİSAK editörlerinden Mustafa Levent Yener çevirdi. Çeviriyi, yazardan özel izinle ve bölgeden özel fotoğraflarla yayınlıyoruz.
“Büyük birader ve hemşireler” genellikle yürüyüş ekipmanlarıyla donanmış olarak geldiler. Köylerde, şişkin sırt çantaları, elektrikli su ısıtıcıları, pirinç pişiricileri ve ev sahiplerinin ihtiyacı olan başka hediyelerle tıka basa dolu bavullarıyla ortaya çıktılar. Evden çok uzaktılar, açıkça biraz da rahatsızdılar ve şehirlerinin konforundan bu kadar uzakta “sürünmek” konusunda da gönülsüzdüler. Emredildiği gibi kendilerini “akraba” olarak adlandıran bu kişiler, görevliydiler ve öyle ki Uygur evlerine girdiklerinde başları dik şekilde, misafirliğe geldiklerini söylediler.
Köy çocukları, yabancıları hemen fark ettiler. Yabancıların yerel dilde selam verdiklerini duydular, göğüslerine iliştirilmiş Çin bayrakları ve Mao Zedong’un yuvarlak yüzünü gördüler ve nasıl karşılık vereceklerini hemen öğrendiler. “Çin’i seviyorum”, çocuklar hemen bağırarak yanıtladılar: “Xi Jinping’i seviyorum.”
Geçtiğimiz yıl boyunca, Batı Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nden, bölgedeki Müslümanlara uygulanan dini ve kültürel baskı kampanyası ve Müslümanların Çin hükümetinin zaman zaman “eğitim merkezleri aracılığıyla dönüşüm”, “karşı aşırılık merkezleri” ve son zamanlarda uluslararası eleştiriler karşısında “meslekî eğitim kampları” adı altında tel örgülerden oluşan kampların giderek büyüyen ağında gözaltına alınmaları ve hapsedilmeleri hakkındaki raporlar gelmeye başlamıştır. Hükümet bu çabaları terörizme bir yanıt olarak açıklıyor. Gerçekten de bu kamplar, hükümetin Sincan’daki Müslüman azınlık nüfusun “terörizm, ayrılıkçılık ve dini aşırılığı” olarak algılanan eylemlerini ortadan kaldırmak için on yıllardır süren çabalarının bir uzantısı olarak mantıklı görülebilir. Bölge ve ülke, plansız kitle şiddeti spazmlarının yanı sıra, yıllarca süren ayrımcılık ve zulümden ötürü Uygur umutsuzluğundan doğmuş, kasıtlı şiddet olaylarını da yaşadı; bununla birlikte, hükümetin gelecekteki çekişmeleri önlemek için uyguladığı mevcut politikalar, çoğu Uygur’un potansiyel aşırılık yandaşı olduğu varsayımına dayanıyor gibi görünmektedir.
Bu kampanyayı yürütmek için kullanılan gözetim teknolojisinin benzeri görülmemiş ölçeğine, nüfuzuna ve Çin hükümetinin yurtdışında yaşayan Uygurların zorla ülkelerine geri gönderilmelerini sağlamak için diğer ülkelere baskı yapma yöntemleri hakkında birçok rapor hazırlanmıştır. Ancak, bölgedeki Uygurlar ve diğer Müslüman azınlıkların evlerini işgal ederek, telkin ve gözetim çalışmaları yaparak yürütülen kampanyada askere ve polise yardım etmek için bir milyondan fazla Çinli sivilin (çoğu Han etnik çoğunluğu) seferber edilmesine daha az önem verildi. Bu sivil Çinliler, kendilerini erkek ve kadınların daha büyük kardeşleri olarak tanıtırlarken, daha sonra onları kamplara göndermeye karar verebilir hâle geldiler.
Bu bahar, Han ve Uygur sosyal yaşamını araştırmak için iki yıl harcadığım bir eyalete dönen bir antropolog olarak, Güney Sincan’daki Uygur şehir mahallelerinde ve kasabalarındaki özellikle Han sivil devlet işçileriyle görüştüm. Hem ziyaret öncesindeki görüşmelerde hem de sonrasındaki çevrimiçi sohbetlerde, Uygur ve Kazak evlerindeki “büyük birader ve hemşireler”in deneyimleri hakkında bir düzine kadar insanla konuştum. Görüştüklerim arasında, bu ziyaretleri gerçekleştiren sivil gözetim işçileri kadar, bu gözetim işçilerinin arkadaşları ve aile üyeleri de bulunmaktaydı.
Bu insanlardan bazıları; Urumçi’deki saha çalışmasına, 2011 yılında başladığımda ilk ilişkilerimi kurduğum Han Çinlisi arkadaşlardı. Bazıları programa doğrudan katılanların başta dostları, aile üyeleri olan kişilerken diğerleri ise Çin dışında edindiğim tanıdıklardı. Bir diğer kısmı da 2018’de Urumçi ve Kaşgar’da tanıştığım insanlardı.
Farklı Han gruplarının, insan mühendisliği projesindeki rollerini nasıl gördüklerini ve neden buna katılmaya razı olduklarını anlamak istedim. Onlara gelecekteki yayınlarda isimlerini paylaşmayacağımı garanti ettim, çalışmalarını ve amaçlarını nasıl gördüklerini açıklamalarını istedim. Ayrıca azınlıklarla ve birbirleriyle nasıl etkileştiklerini de gözlemledim. “Dönüştürmeye” tabi tuttukları Uygurlarla ve Kazaklarla empati kurup kuramadıklarını merak ediyordum.
Küçük erkek ve kız kardeşler için bir program hazırlamak, ilk işti. Sabahları, köy partisi ofisi dışındaki günlük bayrak törenlerinde birlikte şarkı söyleyeceklerdi, geceleri Xi Jinping’in “Yeni Çin” vizyonu hakkındaki derslere katılacaklardı. “Kültür” öğretimi, aradaki tüm zamana yayılacaktı. Mandarince sohbet edip onaylı televizyon izleyecekler, Çin kaligrafisi çalışacaklar ve vatansever şarkılar söyleyeceklerdi. Bu sırada, “akrabalar” köylüleri izleyip notlar alacak, Uygurların ülkelerine sadakat düzeyini değerlendireceklerdi, Çinceyi ne kadar iyi konuştuklarına dikkat edecekler, İslam’a bağlılıklarının “aşırı” olup olmadığına dair işaretleri anlayabilmek için dikkat kesileceklerdi.
Uygur bir ev sahibi, bir komşusunu Arapça “Esselamu Aleykum” kelimesiyle mi selamladı? Bu hemen not edilmeliydi. Evdeki Kur’an mı? Biri Cuma namazına mı gidiyor ya da Ramazan boyunca oruç mu tutuyor? Küçük kız kardeşin etek boyu çok mu uzun yoksa küçük erkek kardeşin sakalları uygun değil mi? Ve neden kimse iskambil oynamıyor ya da sinemaya gitmiyor?
Tabiî ki “sağlıklı” seküler bir ailenin ziyaret edilmesi de mümkün. Muhtemelen duvarlarında Xi Jinping’in posterleri veya Çin bayrakları vardır. Belki de çocukları emir verilmese bile Mandarince konuşacaktır.
En önemli kanıtların hepsi hemen görülemeyecektir. Bu nedenle ziyaretçilere soru sorma talimatı verilmiştir. Ev sahiplerinin “hassas bölgelerde” yaşayan akrabaları var mı? Yurtdışında yaşayan bir tanıdıkları var mı? Arapça ya da Türkçe biliyorlar mı? Köylerinin dışındaki bir camiye gidiyorlar mı? Eğer yetişkin kız ve erkek kardeşlerin yanıtları tatminkâr değilse, bir şeyler sakladıkları hissediliyorsa çocukları sorgulanmalıydı.
Zaman zaman, büyük birader ve hemşireler, Uygurların kaypak olabileceğinden korkuyorlardı; neşeyle evlerini açabilecekler ya da Çin ulusuna olan sadakatlerini ilan edebileceklerse de onların gülümsemelerinin ve sağlıklı seküler jestlerinin altında; daha koyu bağlılıklar, “hastalıklı” dini yollara bulaşmış, sağaltılamaz sadakatler gizleyebilirlerdi. Fakat bu tür şeyleri sınamanın basit yolları vardı. Ev sahibine bir sigara veya bir yudum bira ikram edebilir; bir el, karşı cinsten küçük bir kardeşi selamlamak için uzatılabilir, çekinme belirtilerine dikkat edilebilirdi ya da bir miktar taze kıyma için pazara çıkılabilir ve aileye köfte yapmak teklif edilebilir; Uygurların pakette ne eti olduğunu sormaları beklenebilirdi.
Bütün bunlar değerli kanıtlardı. Tespit edilebilecek her şey kaydedilecek, defterlere ve çevrimiçi formlara işlenecektir. Büyük birader ve hemşirelerin tavsiyelerindeki her şey, kimin köylerinde, çocuklarıyla birlikte kalmasına izin verileceği ve kimin kusurlarının devlet tarafından onarılması için uzaklaştırılacağı konusunda karar vermek için dikkate alınacaktır.
“Akrabalar” temelde üç ayrı dalga halinde hizmete alınmıştır. İlk kampanya 2014 yılında azınlık Parti üyeleri de dahil olmak üzere 200.000 Parti üyesini, Uygur köylerinde uzun süreli konaklamalar yapmak suretiyle “İnsanları Ziyaret Et, İnsanlara Yardım Et ve İnsanların Kalplerini Birleştir”mek için (fang minqing, hui minsheng, ju minxin, 访民情、惠民生、聚民心) göndererek başladı. 2016 yılında, aile üyeleri polis tarafından hapsedilmiş veya öldürülmüş olan Uygurların evlerine “akrabalar” yerleştirmeye odaklanan “Bir aile gibi birleşik” (jie dui renqin, 结 对 认 亲) kampanyasının bir parçası olarak Uygur köylerine 110.000 memurdan oluşan ikinci bir dalga gönderilmiştir.
2017 yılında, üçüncü ziyaret dalgası 2016 kampanyasının bir uzantısı olarak başladı. Kampanyanın bu üçüncü aşaması, haftalarca süren ve çoğunlukla, “eğitim yoluyla dönüşüm” programında gözaltına alınanların ailelerine odaklanmak amacıyla bir dizi yatılı misafirlik için köylerdeki Müslüman “akrabalar”a bir milyondan fazla sivil tahsis edildi.
Bir bütün olarak ele alındığında, köy temelli hücre ekiplerinin Uygur ve Kazak aileleriyle eşleştirilmesi programının bu üç dalgası; 1960 ve 1970’lerin Maoist devri boyunca uygulanan, diğer “ortak halklar”dan bir şeyler öğrenmeleri için devlet işçileri ve öğrencilerin gönderildiği diğer programlara benzemektedir. Zorla yapılan benzer ziyaretlerden bu devlet müdahalesini farklı kılan şey, bu durumda, eğitim el kitaplarının belirttiği gibi, şehirli sivilleri devletin ve Han değerlerinin temsilcileri olarak kırsal Uygur ve Kazak “kitleleri”ne doğru akıtmasıdır. Geçmişte kentliler “kitlelerden öğrenmek” için kırsal alana gönderildi.
“Akrabalara” nasıl davranacaklarına dair yazılı yönergeler verildi. Urumçi ve Hotan’daki Uygur temaslarımdan gelen raporlara dayanarak, bu kılavuzlar güvenlik veri tabanları için doldurulması ve sayısallaştırılması gereken yönergeler ve formlar içeriyordu. Kaşgar vilayetinde kullanılan bir kılavuzda, “akrabalar”a “akrabaların gardlarını nasıl düşürecekleri” konusunda özel talimatlar verilmişti. İnternette yayınlanan, ancak bu hikâyenin basına yansıyacağı sırada kaldırılan bir kılavuz, “akrabalar”a “sıcak davranmayı” tavsiye ediyordu. “Hemen konuşmayın.”, aileleriyle ilgili endişelerinizi belirtin ve çocuklara şeker götürün gibi tavsiyelerde bulunuyordu. Bu kılavuz bir kontrol listesi de içeriyordu: “Eve girdiğinizde aile üyeleri telaşlı mı ve baştan savma bir dil mi kullanıyorlar? TV programları seyretmek yerine sadece VCD mi seyrediyorlar? Evin duvarlarında asılı herhangi bir dinsel simge var mı?”
El kitabı, akrabalara “küçük erkek ve kız kardeşlerine”, aileden gelen tüm internet ve cep telefonu iletişimini izlediklerini söylemelerini tembihler, bu yüzden İslam, din bilgisi ve İslamî aşırılık konularında yalan söylemeyi düşünmemelidirler.
El kitabında, ayrıca, köylülere, iş tavsiyeleri vererek ve hane halkına yardım ederek onların yoksulluklarını hafifletmelerine yardımcı olmaları, “yoksulluğu azaltma faaliyetlerine” herhangi bir direnişi bildirmeleri söylendi.
Görüşme yaptığım devlet memurları ve akrabaları iki ayrı gruba mensuptu. Bunlardan dördü kendilerini Sincan’daki “yerliler” -“Eski Sincan halkı”- olarak görüyordu, altı kişi son yirmi yılda bölgeye taşınmışlardı – “Yeni Sincan halkı”. Birçok durumda, bölgeyle ilişkilerinin süresi Uygur toplumunu dönüştürmede rollerini nasıl gördüklerini şekillendiriyor gibiydi.
“Yeni Sincanlılar” grubu, “akraba” olarak hizmet etmekten ve Han “medeniyetini” Uygur toplumuyla buluşturmaktan gurur duyduklarını belli ediyordu. Bazıları Çin ulusunun geleceği hakkında hararetli bir şekilde konuştu. Bazıları, Çin’in nihayet diğer büyük uluslarla eşit hale geldiğini söyledi. Bazıları milliyetçi aksiyon filmi Wolf Warrior II hakkında konuştu ve bu filmin Çinli olmaktan gurur duymalarını sağladığını söyledi. Bir ironi iması olmadan, bazıları birbirlerini “yoldaşlar” olarak adlandırdılar.
“Yeni Sincanlılar” grubundan insanlar gerçekten iman etmiş gibiydi. Bazıları, Uygur toplumunu Çinlilik içinde eritecek Çin milliyetçiliğinin yükselişinde bir rol oynamak istediklerini söyledi. Bana, Uygurları eğitmenin kendilerinin görevi olduğunu söylediler. Sadece birkaç yıldır Sincan’da bulunan, Guangdong’lu genç bir adam bana şunları söyledi: “Bu Uygurlar sadece eğitimsizdir, İslam’ın bu aşırı İslamcı biçimlerini uygulamaya başlamaları onların suçu değil. Katılaşmış aşırıcılar tarafından yanıltıldılar. Daha iyisinin ne olduğunu bilmiyorlar.” Bana verdiği demeçte, devlet çalışanlarının ziyaretlerinin güvenliği artırdığını söyledi. “Şimdi bir Uygur köyüne girdiğimde korkmuyorum bile. Artık işler çok daha iyi. ” dedi.
“Yeni Sincanlı” grubundan olanlarla konuştuğum birkaç kişi, 2014 yılında ilk geldikleri zaman yerel Uygurlar tarafından öldürülen Han siviller hakkında söylentiler duyduklarını söylediler. Bir turizm bürosunda çalışan, anime ve Western filmlerin hayranı olan, Guangdong’lu aynı genç adam; artık herhangi bir tehdidin söz konusu olmadığını söyledi. Şöyle dedi: “İlk başta hassas Uygur köylerine gittiklerinde çok sayıda Han işçisinin öldürüldüğünü duydum. Kadınlar akşam yemeğinden sonra yürüyüşe gittiklerinde Uygur erkekler onları yakalamışlar ve boğazlarını kesmişler. ” Parmağıyla boğaz kesme hareketi yaptı. “Biz, sıradan insanların terörizm sorununun ciddiyeti hakkında bilmediği çok şey var.” dedi. “Tek bildiğimiz, bir şeyin yapılması gerektiği.”
Şimdi, terörizm tehdidinin artık bir sorun olmadığını düşünüyordu. 2017’den bu yana, Uygur köylerindeki koşullar Han siviller için çok güvenliydi. Yine de köylerde olduklarında “akrabalar”ın yalnız dışarı çıkmalarına izin verilmediğini söyledi. Bunun yerine, bir önlem olarak, en az bir erkek memurla birlikte üç kişilik bir grup halinde geziyorlardı.
İkisi sivil görevli “akraba”, ikisi arkadaş ve “akrabaların” aile üyeleri olan ve bölgede yetişmiş, “yerli” (bendi ren) ya da “Eski Sincan Halkı” olarak tanımlanan dört kişi, “Bir Aile gibi birleşik” projesinde yer almalarıyla ilgili çekincelerini dile getirdiler. Uygur ve Kazak köylerindeki koşullara uyum sağlamak zorunda olmaktan; çalışmanın sıkıcı olduğundan ve şehir hayatının heyecanından mahrum kaldıklarından şikâyet ettiler. Tekrar tekrar, ailelerinden ayrı olmanın rahatsız edici olduğunu belirttiler. Uzun süreli akrabaların ilk dalgasında gönderilen ve bir yıl veya daha fazla bir süre boyunca Müslüman köylerde tam zamanlı yaşamakla görevlendirilen akrabalardan biri, her 90 günde bir 10 gün izin verildiğini söyledi.
Tekrar tekrar, hayatlarının önemli bir kısmını bu uğraşa feda etmelerinin istendiğini söylediler. Devlete ait işletmelerde ve hükümet bürolarında bürokrat olarak ya da devlet kurumlarındaki doktor ve editör olarak yaptıkları işlerine geri dönmek istiyorlardı. Görüştüğüm iki kişi bana, kendilerinin ya da köylere gitmeleri istenen arkadaşlarının, izleme programına katılmayı reddettikleri takdirde işlerini kaybedeceklerini söylediler; fakat programa katılarak görev süreleri tamamlayarak terfilerini garantilediklerini belirttiler.
2016 yılında uzun vadeli olarak “hassas” köylerde yaşamak için gönderilen 110.000 sivilden biri olan, Urumçi’de devlete ait bir şirketin orta düzey yöneticisinin kızıyla çevrimiçi Eylül 2017’den itibaren mesajlaştım. Kısa bir süre önce, babasını ziyaret etmiş ve köyde yaptığı işi gözlemlemişti. Gördüklerini ve süreç hakkında düşündüklerini anlatmaya hevesliydi. “Eski bir Sincanlı” olarak, Uygur hakları protestoları ve 2009 şiddetinde yaralanan arkadaşları olmasına rağmen, babasının Uygurlarla uzun süredir devam eden bir dertleri olmadığını söyledi. Babasının, Han ve Uygur sivillerden oluşan sekiz ila 10 kişilik bir ekiple bir Uygur köyünde 90 günlük konaklamaları sırasında, her gece ortalama altı saatten fazla uyumadığını söyledi.
Kedileri ve Lady Gaga’yı seven ve şimdi ABD’de yaşayan 20’li yaşlarındaki bir kadın olan bu kaynak kişi, babasının “bu göreve zorlandığını” ve hükümet, “akrabalar”ın tüm takımlarını gerçekten acımasız olmaya zorlarken babasının “direndiği” ve kuralları yerli Uygurların duygularını incitmeyecek şekilde biraz daha esnetmeye çalıştığını anlattı. Bunun, babasının o anda yapabileceği tek şey olduğunu söyledi.
Bazı işçilerin köylerde Uygurlardan ölüm tehditleri aldığını duyduğunu ama bunun “onları tanımadan önce” olduğunu söyledi. Bunun, “Uygurların hükümete ya da hükümet tarafından gönderilen herkese güvenini kaybetmiş olmasından” kaynaklandığını söyledi ve “akrabaların” yapmış olduğu bir şey yüzünden olmadığını düşünüyordu. Basitçe Uygurlar, “akrabalar”ın görevlerini yanlış anlamışlardı.
Bu yazışmadan birkaç gün sonra, bana anlattıklarını Uygur temaslarım ile paylaştığımı söyledim. Babasının Uygurluk duygularını koruyabildiği ve aynı zamanda izleme yaptığı düşüncesine diğerlerinin güldüklerini anlattım. Diğerlerine göre babası gibi insanlar, sadece arkadaş gibi davranan hükümet casuslarıydı. Böyle bir insana asla güvenmeyeceklerini söylediler ama ona karşı dostâne davranacaklardı; çünkü eğer böyle davranmazlarsa söylediklerini rapor edeceğinden ve götürüleceklerinden korkuyorlardı.
Buna cevaben, genç kadın şöyle yazdı: “Gülmek ve çabalarından kuşku duymak çok kolay; ama belki de hâlâ savaşmaya çalışan ve bir çözüm bulmaya çalışan insanlar olduğunu takdir etmek zor.” Babasının, izlemeye gönderildiği Uygurlara kasten hakaret etmeyerek ve onurlarının kısmen korumalarına izin vererek “akraba” rolünde bir fark yaratmaya çalıştığını iddia etti. “Babam bir casus değil ve elinden gelenin en iyisini yapıyor. Onu son gördüğümde 4.5 kilo kaybetmişti ve kendini zor durumda hissediyor. Yine de günlük işini tamamlamalı ve aileleri kişisel olarak rahatlatmaya çalışmalı.” dedi.
Yine de onunla röportaj yapmaya devam ettikçe savunmayı zayıflattı. Bana, babasının “ailelerin” terörist gruplarla bağları olup olmadığı anlamak için iki ya da üç kişilik ekiplerle “köydeki her hane”yi 90 gün boyunca, her gün ziyaret etmekle görevlendirildiğini anlattı. Sincan’ın geçmişte “terörizm hedefi” olduğuna ve daha fakir köylerde “terörist ideolojinin” yetişmesine izin verildiğine inandığını belirtti. Babasının ve diğer uzun süreli misafir olan “akrabaların”; sadece Sincan’ı daha güvenli hale getirmekle kalmadığını, aynı zamanda köylülere seküler olmanın değerini anlamada yardımcı olmalarının anlamlı olduğuna inanıyordu.
Aslında, bu köylerdeki Uygurların çoğunun okuma yazma bilmediği için “yeniden eğitim merkezleri”ne hangi Uygurların gönderilmesi gerektiğine karar verirken “eğitim seviyesini” dikkate almak zorunda olduğunu söyledi.
“Ana akım kültüre karışmak” konusunda zorluk çekenlerin ya “yeniden eğitim merkezleri”ne gönderilmeleri ya da gece veya hafta sonunda siyasal eğitim derslerine katılmaları gerekiyordu. Bana, tüm bu eğitimin odak noktasının seküler değerlerini, Uygur toplumuna tanıtmak olduğunu söyledi. Ona göre bu tartışılmaz bir iyilikti. Sincan’daki asıl sorunun insanların etkili bir şekilde iletişim kurmaması olduğunu söyledi. Hem Çince hem de Han seküler değerlerinde eğitim, bunu değiştirecekti. Bana şöyle dedi: “Sincan, eyaletin dışındakilerin eyalete çekildiği ve ilden gelenlerin asimile edildiği başka bir Yunnan olabilir.”
Genel olarak, “akrabaların” gelişi hakkında bana konuşan beş Uygur, olanları bir hor görme ve korku karışımıyla anlattı. Çocuk yerine konmuş ve onurları kırılmış hissettiklerini belittiler. Birçoğu, bana hayatlarının her yönünü siyasi bir sınav gibi gördüklerini söyledi. “Akrabaların” onların hayatlarının hüznünü ve zorluğunu fark edeceğine dair hiçbirinin umudu yoktu ve bu nedenle de Uygur toplumunu yeniden oluşturmak için verilen emirleri reddettikleri anlaşılıyordu.
Aile üyeleri Hotan’da hükümet çalışanı olan orta yaşlı bir Uygur erkek şöyle yazdı: “Bu Han devleti işçileri, yaşadıkları yoksulluğu gördükten sonra çiftçiler için daha fazla sempati duyabilirler ya da Uygurlara karşı saygısızlıkları bu ziyaretlerinin sonucu olarak artabilir. Uygurların “geri kalmışlığı” algıları ve Han olarak kendi üstünlükleri bu süreçte güçlenebilir.”
Uygurlar’ın çoğu, “Bir aile gibi birleşik” programının belki de en acı verici kısmının Uygur ailesinin otoritesini zayıflatması ve aileleri yok etmesi olduğunu söylediler. “Akrabaların”, geleceklerini çalmaya çalıştıklarını düşünüyorlardı. Pek çok kişi; ailelerini ve inançlarını, Uygur toplumundaki son sığınma ve güvenlik alanı olarak tanımladı. Aynı orta yaşlı Uygur adam şöyle dedi: “Artık ailelerimizi ve inancımızı alıyorlar. Hiçbir şeyimiz kalmadı.”
Ziyaretleri sırasında memurlar, Uygur çocuklarının eğitiminin Çince olarak yapıldığından, Yeni Çin hakkında yurtsever unsurlar içerdiğinden ve azınlıklar olarak farklılıklarının vurguladığından emin olmak için çok zaman harcıyordu. Çevrimiçi olarak yayınlanmış olan kılavuz; Uygur çocuklarının hedeflenmesini, gerçek durumun anlaşılmasının bir yolu olarak özellikle teşvik etmiştir.
Uygur anavatanında devam etmekte olan insan mühendisliği projelerinin çoğunda, devletin Uygur çocuklarını anne-babalarından ve Uygurca dil eğitiminden Çin dilini konuşan öğretmenlerin sayısını artırarak, Uygur kültür değerleri ve normlarının çocukların hayatlarındaki etkisini azaltmak için ceza merkezleri sistemini kullanarak ayırmaya çalıştığı görülmektedir.
Ağabeyi Ocak 2018’de alınan Alim adını verdiğim bir Uygur genci, yengesi de alınırsa yeğenlerine ne olacağı konusunda çok korkmuştu. Skinny kot pantolon giyen, bir Apple saat takan ve akıcı bir şekilde Çince konuşan genç adam, ağabeyinin Türkiye’yi turist olarak ziyaret ettiğini söyledi. Ağabeyinin alınmasının olası nedenin bu olduğunu düşünüyordu. Devlet görevlileri evine geldiğinde yengesinin halen biraz muhalif davrandığını, o yüzden onun da yeniden eğitilmeye ihtiyacı olduğuna karar verilmesinden korktuğunu ve eğer böyle olursa, çocuklarının devletin vesayetine gireceğini söyledi. Gerçekten de çevrimiçi olarak yayınlanan haber raporları ve hükümet teklifleri, Sincan’daki yetimhanelerde bir artışı öngörüyor. Alim, bana ailesinin yeğenlerine bakmaktan mutluluk duyacağını söyledi; ancak tutuklu bulunanların çocuklarına geniş aile tarafından bakılmasının engellendiği hakkında birçok haber duyduğunu söyledi.
Sesi titriyordu, “Çocuklarımızı bizden uzak tutmak istiyorlar. Yeğenim sekiz yaşında. Zaten bundan etkileniyor. Artık genellikle suskun.” dedi. Yeğeninin yüzünde en son gerçek gülümsemeyi, doğum gününde “babasından” aldığı bir armağanı açarken gördüğünü söyledi. “Ona babasının Pekin’den Lego gönderdiğini söyledik. Babasının Pekin’de iş için bulunduğunu söyledim. Çok mutlu oldu.” dedi.
Konuştuğum ne “eski Sincan yerlileri”nden ve daha yakın zamanlarda gönderilen Han yerleşimcilerden görevliler, “akrabalar aracılığıyla dönüşüm” merkezlerindeki yaşamın neye benzediğine dair net bir fikre sahipti. Her iki grup da Müslümanların gönderildiği yerleri, modern Çin yaşamında Müslümanların eğitim gördüğü “okul” olarak tanımladı.
Ben biraz bastırdıktan sonra, “Yeni Sincan yerleşimcileri”nden biri, Guangdong’dan genç adam, “okulların” uyuşturucu kullanıcıları için rehabilitasyon merkezlerine benzediğini söyledi. Oraya gönderilen insanlar ve aileleri için bunun zor olduğunun farkındaydılar; ancak dönüştürmeme maliyetinin çok yüksek olduğunu söylediler. Çin devlet-medyası raporlarında sık sık görülen bir kinayeye dayanarak, radikal ideolojiyi bir hastalık olarak tanımladılar. “Tedavi edilmeli”ydi. Guangdonglu genç adam bana şöyle dedi: “Rehabilitasyona giden bu Uygurlar, uyuşturucu bağımlıları gibi tedavi ediliyor.”
“Eski Sincan yerlileri” olarak tanımlanan görevliler, kamplar hakkında daha az iyimser bir görüşe sahipti. Uygurların “yeniden eğitim merkezine” muhtemelen onları koruyacak kimse olmadığı için gönderildiklerini, söylediler. Sistem böyle çalışıyordu. Kendileri gibi “yerliler”in de programa katılmak zorunda kalmasının nedeni buydu. Urumçi’deki Uygur sınıf arkadaşlarıyla büyüyen orta yaşlı bir Han kadın “Uygurları korumak için yapabileceğimiz hiçbir şey yok, kendimizi korumamız gerekiyor” dedi.
Birkaç Han Çinlisi memur, Sincan’daki siyasetin Kültür Devrimi’ni hatırlatacak derecede kutuplaştığını söyledi. Herkesin Parti çizgisiyle aynı fikirde olması ya da dışlanarak hapiste zaman geçirmesi gerekiyordu. Elbette mevcut insan mühendislik projesinin öncelikli hedefinin Uygurlar ve Kazaklar olduğunu söylediler. Hanlar gibi başlarını aşağı indirirlerse, iyi olacağını düşünüyorlardı.
Bununla birlikte, gelecekten endişe duyuyorlardı. Yaşlı bir “Eski Sincanlı” kadın, “Uygurları salıversek ne olacağını bilmiyorum.” dedi.
İster Sincan’ın eski sakinleri isterse Sincan’a yeni gelenler olsunlar, birçok Han “akraba”, onların arkadaşları ve ailelerinin halk içinde kampanya için tam destek verdiklerini ifade etmeleri gerektiğini söyledi. Çalışma birimlerinin kendilerinden yazmalarını istedikleri çevrimiçi makalelerde, Han devlet işçileri, Uygur evlerinde geçirdikleri haftaların zorluğunu ulus için fedakârlık istekleri ve Uygurlar için olan kaygılarını kanıtlamanın bir yolu olarak ifade ettiler. Yayınladıkları hikâyeler ve görseller, kampanyanın sloganlarına uygun olarak genel ağa düşüyor: “İnsanları ziyaret edin, insanlara fayda sağlayın ve insanların kalplerini birleştirin!” ve “Bir aile gibi birleşik”.
Bazıları, Müslüman azınlıklara “Xi Jinping Düşüncesi”ni telkin eden bir metni okurken resmeden görsellerini paylaşıyordu. Biri, kendisinin ve “akrabasının” politik konuşma videoları seyrederken çekilmiş bir görseli paylaştı. Kişisel yaşamlarında aksaklıklarla uğraşan devlet işçileri bile, rollerini “küçük” Uygur kardeşlerinin kıymetlendirilmiş “büyük erkek kardeşleri” olarak kabul ettiler. Birçoğu bir Uygur erkeğine baba ya da kardeş diye hitap etmeyi gönül okşayıcı bir hareket, bir Han memurunun samimiyet belirtisi olarak görüyor gibiydi. Orta düzey yöneticinin kızı bana babasının “hassas” bir köyde uzun vadeli “akraba” olarak tanımladığı görevi hakkında şunları söyledi: “Köyde 10 ay geçirdiği için artık yerliler ona aile gibi davranıyor.”
Bir genç kadın “akraba”, yaşlı bir Uygur erkeğinden, bir Parti liderinin videoya kaydedilmiş bir konuşmasını kendisiyle izlemesini isteyişini şöyle yazdı: “Ben, tıpkı kızı gibi hissettim!”
Blog yazılarında Uygur çocuklarının öğretilerini benimsediklerini ya da Uygur annelerinin fotoğraflara hevesli bir şekilde poz verdiğini belirttiler. Bu eylemleri misafirperverlik ve sıcaklık işaretleri olarak gördüler. “Bir aile gibi birleşik” projesi işe yarıyor gibi görünüyordu.
“Akrabalar” nazikçe karşılık vermeye çalıştı. Ortak bir uygulama da barındırma faaliyeti ve genel olarak polis devletinin mevcudiyeti nedeniyle maruz kaldıkları gelir kaybını telafi etmek amacıyla Uygur ve Kazak “akrabalar”a armağanlar vermekti. Bu pirinç ve yağ gibi hediyelerinden bazıları, Müslüman “akrabalarının” beslenmelerini tamamlamanın basit yollarıydı ama diğerleri, uygar bir misyonun taşıyıcıları olarak Han ziyaretçilerinin statüsünü sağlamlaştırmaya yardımcı olan sembolik armağanlardı.
Örneğin, bir çevrimiçi referansa göre, bir grup sivil devlet çalışanı gece boyunca daha iyi çalışabilmeleri için Uygur çiftçilere masa ve okuma lambaları verdi. Birçok Uygur çiftçi çay içtikleri veya yemek yediklerinde masa kullanmamayı tercih etmesine rağmen masaların çiftçileri daha rahat hale getireceğini yazdılar. Yemek için düzenek olarak yükseltilmiş bir platformun üstünde bir masa örtüsünün (dastikhan) kullanıldığı eski bir Uygur geleneği vardır. Han ziyaretçileri raporlarında, bu geleneği “sakıncalı” ve Uygur yoksulluğunun bir işareti olarak betimlediler.
Görüştüğüm “akrabalar” sıklıkla ziyaretçilerin rollerini ev sahiplerinin nasıl algıladıklarını anlayamamıştı. Belki de Uygur yaşamını, gelmeden önce gözlemlemedikleri için Han’ın seküler değerlerini öğretmeyi umdukları köylüleri korku, öfke ve üzüntüyü nasıl kapladığının farkında olmadılar.
Ziyaretçi sivil memurlar, yaptıklarına dair anlattıkları hikâyelerde, destekledikleri güvenlik kurumlarının Uygur yoksulluğunun başlıca nedenlerinden biri olduğunu genellikle not etmemiştir.
Urumçi’de büyüyen, ancak görevlendirilmemiş genç bir Han kadını, tanıdığı bir ekibin Uygur ailelerinin “akrabalar”ın getirdiği armağanları evlerinin bir köşesine yerleştirmelerine şaşırdıklarını anlattı. Haftalar sonra geri geldiklerinde hediyeler sanki kullanılmamış gibi görünüyordu. Hediyelerinin neden reddedildiğini anlamamışlardı.
Görüştüğüm işçilerden ikisi, Uygurlar ve Kazaklarla olan etkileşimlerinin gerçek dostlukları destekleyeceğini umduklarını söylediler. Müslüman muhataplarının tam olarak “açık” olamamalarına üzüldüklerini söylediler.
Orta düzey yöneticinin kızı, benim ve Uygur arkadaşlarımın onun “küstah olduğunu ve azınlıkların hayatlarını umursamadığını” düşündüğümüzü hissettiğini söyledi. Yanlış anlaşıldığını düşünüyordu. Dedi ki: “Uygurlar veya Çin’deki diğer etnik gruplar hakkındaki duygularımı sorgulamayın!” “Akrabalar” tarafından kullanılan yöntemler mükemmel olmasa da “akrabalar”ın ve babasının içten eylemlerinin iyi niyetli olduğuna inanıyordu.
Devlet işçilerinin haftalarca süren zorunlu ziyaretleri sırasında ortaya çıkan derin ironilere rağmen, konuştuğum çoğu “akraba”, “uygar olmayan” Uygur köylülerle bağlantı kurabileceklerini umuyordu. Aslında, başkalarıyla yakınlaşmak, zaman zaman, farklılıklara “açık” olmayı güçlendirecek belirli türden dostluklarla sonuçlanabilir. İnsanların aynı perspektifi paylaşmalarına izin verebilir. Aslında bu, Han “akrabalarının” kullandığı eğitim kılavuzlarının “10 Yapılmaması Gereken” listesinde açıkça uyardığı bir şeydir: “Görevinizden sapmayın, sempati duymayın ve beyinlerinizin yıkanmasına izin vermeyin.”
Kuzeybatı Çin’de uygulanan tiranlık, Çin’deki yurttaş gruplarını, hayatın her alanına hükmetmeyi amaçlayan totaliter bir süreçte birbirine boğduruyor. Han “akrabaları”, Uygur ve Kazakların ev sahipleriyle mücbir ilişkilere çağırıyor; aileler, arkadaşlar ve topluluklar birbirinden ayrıldıkça bireyselleştirilmiş bir tecrit ve yalnızlık salgını üretiyor. Yeni tutsaklık seviyeleri ortaya çıktıkça, proje normal ve banal sayılan yeni standartlar üretir. Konuştuğum, devletin aileleri parçalara ayırma ve onları kamp sistemine gönderme işi yapan kişiler yani “akrabalar”, bunun “işlerini yapmak” olduğunu düşünüyorlardı.
Onlara inandım. Yarattıkları dehşet hakkında birçoğunun, hiçbir fikri yoktu. Ulaşabilecekleri özgür basın yoktu. Görüşme yaptığım insanların çoğunluğu; eğitim kamplarında dayağın ve psikolojik işkencenin yaygın olduğunu, Çin’e özgü bir toplama kampı işlevi gördüğünü veya Uygurlar ve diğer azınlıkların kamplara bir cezalandırma biçimi olarak gönderildiklerini görmüyor, bilmiyor veya buna inanmıyordu. Sincan’daki 10 Hanlı insandan sadece biri, kampların sadece yanlış dinî ve etnik kategorilerde bulunmaktan suçlu bulunan insanlar için hapishane olarak çalıştığına inanıyordu. Müslüman azınlıkların kitlesel olarak gözaltında tutulmasında Han’ın sivil katılımı hakkında yazarken, David Brophy ve diğerlerinin belirttiği gibi, Uygurlara karşı devlet politikalarına karşı direnen Han sivillerinin kendilerini ciddi bir tehlikeye attığını hatırlamak da önemlidir. Sincan’daki Han arkadaşlarımdan birinin söylediği gibi dünyanın bu bölümünde “baskı olan yerde” ifadesi; “direniş olacak” şeklinde değil, “teslim olunacak” ifadesiyle tamamlanır. Sincan’daki polis devletinin totaliter siyaseti göz önüne alındığında buradaki Han siviller, Müslüman azınlıklara yönelik devlet baskısına katılmaktan başka çareleri yokmuş gibi hissediyorlar.
Totaliter devletlerin vatandaşları, neredeyse her zaman, etik yükümlülüklerini reddedecek şekilde hareket etmeye mecburdur. Bir Han vatandaşın kökleşmiş politikasının, Çin devletinin Müslümanlara devlet zulmü uyguladığının reddini hayal etmek için bile gereken ilk şey Kuzeybatı Çin’de yaşananların doğru olarak tanımlanmasıdır. Hannah Arendt’in on yıl önce gözlemlediği gibi bu tarz sistemler, kısmen işe yararlar; çünkü bu sistemlerde katılanların ne yaptıklarını düşünmelerine izin verilmez. Bunun hakkında düşünmelerine izin verilmediği için yaşamlarını yok ettiklerinin konumlarından bakamazlar ve böyle bir yaşamın nasıl bir şey olduğunu tam olarak hayal edemezler.
Millî Strateji Araştırma Kurulu